Uzuuun bir yol, 21 saat, yaptıktan sonra Nazca’ya vardık. Varmadan bir-iki saat evvel deniz kıyısında bir restoranda bir şeyler atıştırdık.
Bunlar da sevgili Nascalar’ın çizgileri:
Veee çılgın sürücümüz ile süpper bir Dune buggy yaptık ki gerçekten her şeyi unuttum! Çöl aracıyla kum tepelerinden atlayıp rifting yapmak hakkiten de dedikleri gibi roller coaster etkisi yapıyor! Fazla adrenalinden koptum! Harikaydı!
Walter o gün de sonraki gün de Dune buggy ücretini almayı bahanelerle erteleyip benden para almadı. Aslında turdan önce alması gerekiyordu ama ben eşyalarımı kaybedince üzülüp bir sevimlilik yapmak istedi saolsun… Güzel insan
Walter’ın önerisi ile “Misk’i“de pizza yedim. Bahsettiği kadar lezzetliydi!
Ertesi gün biraz dolaşınca buranın çok küçük bir kasaba olduğunu anladım… Lima’ya çok yakındı. Yani tam hafta sonu şehir kaçamağı yapmalık bir yer; deniz, kum, güneş ve dinlenmece…
Gün içi Paracas’ın doğal güzelliğine bir gezi yaptık…
Çok güzel koloni döneminden kalma bir eve vardık. Önce anlamadım ama içeri doğru birkaç adım atınca buranın bir İspanyol evi olduğunu anladım. Kocaman bir avlu, büyük odalar, alabildiğine uzun verandalar ve devasa yemyeşil çimlerin olduğu bir bahçe. Git gide moralim bozuluyordu ki bahçedeki salıncağı görünce kimyam değişti… Kim bilir kaç tane insan işkence görmüş, acı çekmiş ve ölmüştü… Bahsedilen tüneller evin altındaydı!
Yanıma gelip iyi olup olmadığımı sordu. Evin merdivenlerine çöküp kalmıştım. “Kendilerinin yaşamadığı bir kıtaya gelip yerel insanları katletmişler ve bunu yaparken de kendileri için çalışsın diye bambaşka bir kıtadan insanları zorla yanlarında getirip eziye edip öldürmüşler! Bunu kabul edemiyorum!” dedim. “Evet seni çok iyi anlıyorum… Doğru… Ama üzülme artık hepsi geçti. Bak artık burada kimse yaşamıyor bile.” dedi. Hafifçe gülümsedim. Biraz daha iyi hissediyordum ama yine de koca bir acı vardı içimde.
Geç saatlerde Lima’ya vardık. Walter hostelin kapısına kadar getirdi. Vedalaştık ve hostele girdim.
Sabah kahvaltıda Japonya’dayken de İspanyolca okumuş, ardından da şirketi tarafından önce Orta Amerika ardından da Güney Amerika’ya gönderilmiş, İspanyolcayı anadili gibi konuşan Japon bir arkadaş ile tanıştım. Ardından iki Costa Rica’lı aramıza katıldı. Güzel enteresan bir sohbet eşliğinde kahvaltı ettik 🙂
Ardından resepsiyondan şehir ile ilgili kısa bir bilgi aldım. Lima’nın Miraflores tarafındaydı hostelim. Önce yürüyerek sahil tarafına geçtim.
Sahilden devam ederek El Parque del Amor‘a vardım. Park yapılırken Gaudi’nin Park Güell’inden oldukça esinlenilmiş. Tabii ki olabildiği kadar 🙂 Siz de fotoğrafları görünce anlayacaksınız zaten… Ortada da El Beso (Öpücük) isimli koca bir heykel var. Büyüklüğü ve heykelin tarzı birbirini güzel tamamlamış. Estetik bir doygunluk yaratıyor…
Az ilerideki alışveriş merkezinin ilerisinden otobüse binip koloni dönemi mimarisine sahip Plaza de Armas’a gittim.
Ardından San Martin meydanına devam ettim. San Martin bütün kıtanın saygı duyduğu bir lider. Koloni dönemine son veren değerli insan…
Son olarak da hosetlin resepsiyonundaki arkadaşı dinleyerek akşamı Circuito Mágico del Agua‘da sonlandırdım. Hem akşama hem de Lima ve Peru’ya renkli bir veda oldu 🙂