La serena soğuktu. Ben gitmeden önce güneş açmayı başarabilmişti ama yine de yol sırasında üşüyeceğimi bilerekten kalın giyindim. Burada hava bir bölgede çok sıcak, bir bölgede çok soğuk olabiliyor. Sürekli değişken. Bir an sıcak basıyor, sonrasında battaniyeye sarılma ihtiyacı duyuyorsunuz…

Yolculuğum çok keyifli geçti, malum Turbus otobüsü… Tek kişilik koltuk da seçmiştim, onyedi saatlik yolculuğa rağmen hiç yol yorgunluğu çekmemiş, mis gibi de uyumuş halde indim otobüsten.

Hava gayet sıcaktı. Sabah 10.00 civarıydı.

On dakika kadar yürüdüm cayır sıcağın altında ve hostelime vardım. Resepsiyonda Alex karşıladı beni. Çok cici bir gençti. “Biliyorsun sonra hazır olacak odan, eşyalarını içeriye koyabiliriz” dedi. Çamaşırlığa bıraktım çantaları. Üstümü değiştirdim tabi hemen, yanmıştım. Sonra da bebeciğimle (ismi Serap aslında. Kendisi kankiciğim ve de sonradan edindiğim kız kardeşim olur) yazıştık biraz. Fotoğraflaştık. O da artık benim gibi afalladı, bir kat kat montlayım, bir askılı tişört ve şort ile haha!

Çıktım hostelden, turlar hakkında Alex’in önerdiği ajansa gittim. Hemen bitişik sokaktaydı. Öncelikli olarak akşam üzeri dört için Valle de La Luna (Ay Vadisi) gezimi aldım. Diğerleri için nakitim yoktu, onları sonra alırım dedim. Bu sırada otelde benden hemen sonra gelen ve “Hola”laştığımız arkadaş da geldi oraya. Hatta bana az biraz çeviri de yaptı… Kuzey bölgelerde İngilizce konuşan çok az kişi vardı. Hostel resepsiyonları, dükkanlar vs. her yer için geçerli.

Öncelikle gidip banka buldum, para çektim. Eczaneye uğrayıp güneş kremi aldım. Artık aldım güneş kremini çünkü çöl sıcağı ayrı birşey. Hiç nem yok, kupkuru!.. Üzerine yerel bir dükkana girip bir de şapka aldım. Ohh harika oldu! Herşeyim var 🙂

Zaman geçmişti, acıkmıştım. Menüsü olan ve güzel bahçesi olan sevimli bir restoran buldum. Dolu dolu yemek yedim. Hatta bu sefer somon yedim. Balığı pek sevmem ama ne de olsa sağlıklı bir besin.

Baktım turun başlamasına pek zaman kalmadı hemencecik otele geçtim. Alex ile eşyalarımı odama taşıdık. Üstümü değiştirdim, malzemelerimi aldım çıktım. Ajansın ofisinde baktım bana bugün ufak çeviriler ile yardım eden arkadaş da orada. Aynı turu almış benimle. Neyse detaylı tanıştık bu sefer. İsmi Luc, Fransız. Uzun süredir Avustralya’daymış ama. Cirque du Soleil’in yemeklerini yapan şef olarak çalışmış. Sonra da hayatında birşeyler değişmiş, buraya gelmiş. Birkaç aydır Arjantin ve Şili’de farklı restoranlarda çalışıyormuş. Yani önce az biraz para yapıp sonra geziyor. İspanyolca’sını da ilerletmiş… “Fransız kaldı” deriz ya işte İspanyolca konusunda hiç öyle kalmıyorlar Fransızlar. Çokça benzediği için diller birbirine hemen kıvırıveriyorlar İspanyolcayı. Of! demek istiyorum sadece…

Neyse bizi alacak otobüs de gecikince bol bol sohbet ettik. Otobüste de devam eden ve tur boyunca da bitmeyen hoş sohbet  muhabbetimiz nedeniyle, sonradan turda tanıştığım kadıncağız Luc’u benim erkek arkadaşım sanmış 🙂 Yok dedim, otobüs gelmeden hemen önce tanıştık, garipsedi. Aslında “çok pis muhabbetim vardır, hemen kaynarım” diyesim geldi ama nasıl olacaktı ki bunu söylemek haha! Kadıncağız torun torba sahibiydi, Türkiye’ye de gelmiş önceden gezmiş oldukça. Az İngilizce, az İspanyolca anladık birbirimizi. Ama öve öve bitiremedi Türkiye’yi… Sonradan başka turda da karşılaştık bu sefer ismini de öğrendim: Margarita. Şililiydi, Antofagasta’da yaşıyordu… O turun bitiminde mail adreslerimizi paylaştık, sarıldık birbirimize ayrıldık.

Ay vadisinde tam dolunaya denk gelemedik ama yine de muazzam bir doğa içinde bulduk kendimizi. Gerçekten de nefes kesiciydi; volkanlar ile çevrili bir krater, demirden dolayı kızıla çalmış toprak ve kum… Kendimizden geçtik Luc ile. Yürüyüş alanı da keyifliydi, kraterin kenarlarında oluşmuş ince sırtlardan birinde dar bir alanda yol aldık.

Devamında vadinin farklı kısımlarını da dolaştık…

Tur bitip de hostelimize döndüğümüzde akşam yemeği için sözleştik. Duş, ardından giyin falan bir saat sonra San Pedro’nun sokaklarında kendimize mekan arıyorduk. Bir an kendimi Bodrum barlar sokağında dolaşıyormuş gibi hissettim, aynı kalabalık, her bir tarafta dükkanlar…

Ucuz olsun derken çok dandik bir yerde ben tırt bir salata o da hırt bir sandviç yemek durumunda kaldı. Neyse zaten öğlenki yemekten hala tok hissediyordum kendimi ve midem de pek iyi değildi (Sarı humma aşısının etkisini on gün boyunca; biraz mide bulantısı, biraz baş ağrısı ve biraz iç sıkıntısı eşliğinde geçirdim. Çok bariz bir yan etkisi olmadı). Güzel bir yemek yiyecek durumda değildim, iyi denk gelmişti.

Yemek sonrası hostele dönerken “yarın da çıkıp yemek yiyelim, olur mu?” dedi Luc, olur dedim. Ne diyim ki şimdi, yalnız yalnız takılıyorum zaten 🙂 Pablo ile dolaştığımız günden sonra da yalnızlık konusunda biraz esnemiştim zaten…

Sabah kapı çalındı ve tur rehberimiz Jeremy beni aldı. Benden sonra da birkaç kişiyi alıp, volkanların eteklerinde uzun bir yol yaptık. Ardından da köy evlerinden birinde süper lezzetli bir kahvaltı. Jefferson her bilgiyi iki dilde de eşit olarak anlatıyordu, iyi bir rehberdi. Ayrıca eğlenceli, dinamik bir tipti. Yol boyunca ön sıralardaki ben diğer arkadaşlarla bolca sohbet etti… Jefferson bize etrafta gördüğümüz herşeyin kül olduğunu, bunun nedeninse etrafta deniz olmadığından volkanlardan çıkan eriyik haldeki magmanın denize ulaşamamasından bulunduğu yerde zamanla küle dönüştüğünü söyledi. Önceden birçok kere patlamış bu volkanlar demirin de etkisiyle kızılımsı yoğun kül tepeleri halindeydi. Çoğunun tepe kısımları yok olmuştu hatta…

Önceden volkanların arasından geçerek göle ulaşan nehirler artık yoktu. Sadece göller kalmıştı. Bu göller yüzeyin altından besleniyordu. Doğal yaşam için önemliydi. Birçok hayvan buraya gelerek sudan ve sudaki yararlı minerallerden besleniyordu, yakınlaşmamız yasaktı, yamaçtan izledik. Bir taraftan da öğle yemeğimizi yedik.

Tur boyunca birçok yerde durakladık. Detaylar için linki ekliyorum, fotoğrafları paylaşıyorum.

Döndüğümüzde akşam üzeriydi, 18.30 civarı. Otelin avlusunda oturdum biraz, kahve istedim Alex’ten. Hafif başağrısı durumları vardı yine. Bu baş ağrısı aşıdan değildi sadece. İki gecedir neredeyse bir iki saat uyuyabilmiştim. Odadaki bir arkadaş fena horluyordu, böyle bir horlama hayatımda hiç duymamıştım! Zaten benden daha uzun kalacak diğer oda arkadaşım odasını değiştirdi, uykusuzluktan bitik durumdaydı… Yanıma önce Luc geldi, ardından Gaida (Jada) yani şu odasını değiştiren hatun. Akşam için bize katılmasını isteyecektim ama bir gözlemevi turu almış, ona gidecekti. Kahveden sonra bir ara verip Luc ile bir saat sonra dışarı çıktık. Bu sefer biraz etrafa bakınıp güzel bir yer bulmuştu 🙂 Ben de oldukça açtım! Ana yemek ve salata söyledik, yanında da kırmızı şarap. Ohh mis gibi oldu valla! Yemeğin yanında da saatlerce sohbet… Aynı yıl doğumluyduk, Nisan ayıydı onunkisi de Pablo gibi. Aynı yaş olunca birçok konu oluyor konuşmaya 🙂 Ertesi gün Bolivya’ya gidiyordu. Hostele dönünce sarıldık birbirimize ve iyi yolculuklar diledik, tutturabilirsek belki Peru’da görüşebileceğiz…

Ertesi gün diyeceğim ama mantıklı olacak mı bilemiyorum çünkü sabahın 4’ünde uyandım, hazırlandım ve kapının orada turdan rehberimin gelmesini beklemeye başladım. 4.30’dan 5.30’a kadar cep telefonum ile oyalanarak vakit geçirdim, anca geldiler. Bu arada benimle bekleyen uzak doğulu arkadaş dokuz doğurdu! Hala alışamamış buradaki gecikmelere 🙂

Yolda uyumaya çalıştım, biraz zor oldu. Dağ yolu olduğu için çok virajlıydı. 4200 metreye çıkıyorduk. Arada nefes alışımın ve kalp ritmimin değiştiğini hissettim. Hava tam aydınlanmaya başladı ki vardık.

İlk gördüğüm yoğun griydi ve tütüyordu her yer.

Volkanlardan birinin termal noktasındaydık. Tüten yerler kaynayan suyun kendini dışarı attığı noktalardı. Bacalardan birinin yanına gittiğinizde buharı görüyordunuz sonra fokur fokur bir ses gelmeye başlıyordu ardından da şakur şukur kaynayan su dışarı köpürdüyordu.Ve cidden çok sıcaktı. Küçücük ve hafif buhar çıkan yerlerden birinin dibine girip ısınmaya çalıştım. Luc beni uyarmıştı, acayip soğuk oluyormuş o yüzden ne bulursam yanımda üstüme geçirsem iyiymiş. Hakikaten de lahana gibi kat kat giyinmiştim ama arabadan ineli daha on dakika geçmemişti ki ayak parmaklarımı hissetmiyordum, bacaklarım ve ellerim donmuştu. Neyse güneş biraz biraz yükseldikçe hafif ısını gibi oldu hava. O ara kenarda kahvaltımızı yaptık. Fincana sıcak suyu termostan koyarken o arada su sıcaklığını kaybediyordu 🙂

Bir süre sonra diğer termal noktaya geçtik. Burada termal havuza atıyordu insanlar kendini. O soğukta sıcacık su. Bol mineralli de 🙂 Güzel de kim soyunacak da giyinecek. Malum tur, size verilen süre 25 dakika. Acayip üşendim, onun yerine etrafı dolanıp size fotoğtaf çektim 🙂

Dönerken ufak tefek lokasyonlara ve bir köye uğradık: Putana.

Yol boyunca da birçok yerde vicuña, flamingo, bölgeye özgü ördekler hatta sadece kayalık bölgede, yamaçlatrdaki kaya oluklarında yaşayan sincap türünü bile gördük.

Öğle vardığımız için birçok vakit vardı akşama. Dolandım biraz…

Otele dönüp eşyalarımı toparladım. Akşam için Jada ve odadaki diğer arkadaşımız ile sözleşmiştik. Vreni bizi çok güzel dediği bir yere götürdü. Minicik bir restorandı. Yer için biraz bekledik ama değdi. Canlı piyano dinledik, tango da çaldı tabi müzisyen abimiz. Bir dansım geldi, bir dansım geldi anlatamam… Neyse en azından arkadaşlarla güzel sohbetimiz vardı, yemeklerimiz muhteşemdi. Bunlarla avundum. Binbir çeşit meyve suyu yapıyorlar ve domates çorbaları da var! Çok güzel vakit geçirdik… Hatta o kadar güzel vakit geçirdik ki mekanın ismini öğrenmeyi atladım…

Sevgili Alex’in sevimli sevimli sizi karşılayacağı güzel mekan: Hostal Pangea