Hostelde tanıştığım ve uzun bir siyasi sohbet yaptığım Buenos Airesli kadın tam önümdeki koltukta oturuyordu. Ben onun arkasında; hayatım boyunca sürekli olduğu gibi “5” numarada oturuyordum 🙂 Tilcara’ya vardığımızda “benim köye geldik” dedi. İnerken sıkıca elimi tutup benim için ve yolculuğum için iyi dileklerini iletti, aynısını ben de onun için diledim 🙂

Tilcara çok sıcak ve sevimli görünüyordu, Humahuaca’nın da öyle olmasını istedim ve öyle de oldu. Tam otobüsün yanında eşyalarımı organize ederken “ne kadar da sevimli bir yerdeyim” diyebildim!

Hostele vardığımda Carlos karşıladı beni. Etrafı tanıttı. Buranın ailesinden kalma olduğunu söyledi… Çok güzel bir köy eviydi ve o da hostele dönüştürmüştü.

6 kişilik odada kimse yoktu, “seç beğen her yer boş” dedi. İki gece otel odası keyfi sürdüm 🙂 Zaten bu iki gün içinde de daha uzun kalmaya karar verdim. Hem burayı sevmiştim hem de Salta’da beni ısıran hain sivrisineğin yarasının iyileşmesini beklemem gerekiyordu… Tam botumun boyun yerindeydi yara. Ben botu giyeceğim diye kapattıkça iyileşmiyordu. İyileşmedikçe kötüye gidiyordu…

İlk kez Barselona, İspanya’dayken yaşadım bu problemi. Sadece bacaklarımda oluyor ve  sivrisineğin ısırdığı yer bir sonraki gün su topluyor. Ayak bileğine doğru yerler özellikle su toplama konusunda abarıyor. Aynı problem bu sefer de Arjantin’de oldu. İlk Buenos Aires’te sonra da Şili’den yine Arjantine’e geçtikten hemen sonraki ilk gün, Salta’da. Antihistaminik almam ve suyu çekip geri kalan zamanda böcek ısırmalarına karşı krem sürüp, ayrıca açık bırakarak kabuk bağlamasını beklemem yeterli oluyor. Kusura bakmayın böyle yazdım ama önemli. Ne olur ne olmaz… Eğer ki allerjik bir bünyeniz varsa, sürekli Off gibi spreyler kullanıp, böcek ısırmalarına karşı krem bulundurup, kesinlikle yanınınızda antihistaminik taşımanız şart.
Cumartesi günüydü. Akşam eğlencesi vardı yani 🙂 Mutfakta yeni tanıştığım arkadaşlarla sohbet ederken Tabú isimli bir diskoda canlı müzik varmış oraya davet edildim 🙂

Akşam 11.00 sularıydı. Biz gittiğimizde kimse yoktu. Sonra nüfus arttı. Gece 12.00’ı geçiyordu müzik başladı. Gitarlı bir arkadaş muhteşem yorumuyla Chacarera ve benzer yerel şarkıları seslendirdi.

Gitarlı bölümün bitmesiyle aramızdan ayrılanlar oldu.

Sonra Maribel, Alan ve ben kaldık. Gitarlı arkadaşın ardından yerel bir grup çıktı: Humahuaca Trio

Böyle enerjik enerjik müzikler çalınca Alan bizi dansa kaldırmaya geldi. Baktım Maribel çekiniyor attım kendimi ortaya, hemen ardımdan geldi o da 🙂 Zıpladık, hopladık ve eğlendik! Zaten uzun zamandır dans edememiştim, acayip iyi geldi!

Maribel’in tepinmekten suyu çıkınca “dönelim mi” dedi, “oluuur” dedim. Gerçi ben daha yeni açılmıştım ama olsun…

Bir sonraki akşam da yemekten sonra yine aynı ekiple ama bir eksik ve bir fazla Peñia Blanca’ya gittik. Ekip tam korku filmi ekibiydi; bir adet çok güzel, üç adet normal hatun, bir yakışıklı genç ve de bir kilolu (film tanımı ile şişko ve neyse ki gözlüklü değil) genç. Bir ara tam altından geçtiğimiz sokağın ışığı karardı ardından nereye bastığımızı görmediğimiz, üstü ağaçlar ile örtülmüş karanlık bir pasajdan geçtik… Ne eğlendim!..

Beyaz taşlardan bir tepeye tırmandık. Köpek havlamaları dışında hiç ses yoktu. Başımızın üzeri yıldızlarla kaplıydı, kum gibiydiler gökyüzünde… Humahuaca en küçük noktasına kadar gözlerimizin önündeydi.

Çok çok soğuktu yine de saatlerce kaldık o taşların üzerinde… Zaman zaman uzandık, biraz kalktık yürüdük, ardından bağdaç kurup oturduk. Az konuştuk, çok tadına vardık. Son olarak ayağa kalktık gitmek için ve kalkınca da sohbete başladık. Bir baktım halka şeklini almışız ve hepimiz donuyoruz “bir beş dakika daha durursak Arjantin’in Stonehange’i olacağız arkadaşlar” diyiverdim. Gülüştük ve yollandık hostelimize…

Birkaç gün böyle bol dinlenmeli geçti…

Çarşamba günü internetin dial up modem hizinda olmasına dayanamayıp Jujuy’a gittim, merkeze. Gitmişken de bir gece kaldım. Akşam dışarıda yemek yedim, yine bitiremediğim kısmını sokaktaki ihtiyacı olan gençlerden biriyle paylaştım.

Otele dönmeden “para llavar” bir kahve alıp sokaktaki banklardan birine oturdum, yanına da sigaramı yaktım. Kulağımda müziğim…

Otele dönünce San Pedro yazımı post ettim, fotoğraflarımı yükledim. Yazışmalarımı yaptım. Birşeyler izledim. Telefonuma da ayrıca izlenecek bir iki film, dizi vs. yükledim. Alışveriş, para çekmek gibi işlemleri de halledip Jujuy’un yeni terminaline sabah 11.15 gibi vardım. Terminalde internet vardı! Hemen uzun zamandır konuşamadığım arkadaşım Tuğbacımla yazıştım. Şansa o da müsaitti… Genel olarak iyi şeylerden bahsetti, mutlu oldum 🙂 12.15’te otobüsüm kalktı. İner inmez pazardan sebze birşeyler alıp evime, hostelime döndüm.

Gunlerden Cuma idi. Elimde çamaşır yıkadım hem de bir kova! Hayatımda iki ya da üç kez, bir donunu bir de tişörtünü yıkamış insanım ben yahu ne anlarım çamaşır yıkamaktan! Zümrüt’cüğüme sordum Whatsapp’tan nasıl olacak bu iş diye saolsun yardımcı oldu. Hatta Harun ile “nasıl elde çamaşır yıkanır?” videosu bile yapıp gönderdiler haha! Yıkadım; çiteledim, duruladım. Astım kuruttum 🙂 Kolay iş değil… Özellikle koyu renkliler nasıl temizlendi emin olamıyorsunuz… Ama kulağımda müzik, dans ede eğlene başardım. Bazen seviyorum böyle işleri kafa yormuyorsun sadece vücudun çalışıyor.

Ertesi gün de bir gömlek, tayt falan kalmıştı onları yıkayayım dedim. Bu sefer hostel sahibi Carlos “ver ben makineye atayım” dedi. Yani iyi ki İspanyolcam kötü “Be adam makine vardı da ne kanırttın beni dün” diyemedim 🙂 O da eğleniyor kendine göre herhalde, malum burada yapacak pek eğlenceli bir şeyler yok!..

Cumartesi günü artık botlarımı da giyebildiğimden gökkuşağı renkli tepeleri görmeye gideyim dedim. Carlos saat 4’ü ayarladı. Bir amca geldi arabasına bindik. Diğer hostelden birkaç kişi daha aldık ve bir saat kadar yol yaptık. Amcanın bir sürü hikayesi vardı. Arkadaki Buenos Airesliler iyi anladı da ben biraz zorlandım. Yine de dinlemek keyifliydi…

Vardığımızda biraz yürüdük. Manzara çok güzeldi ama dönerkenki o yamacı tırmanırken 3500 metreden yüksekte olmak neymiş anladım… Sadece üç adımlık hız yaptım ve nefesim kesildi! O yamacı bildiğiniz minik minik kaplumbağa adımlarıyla soluk soluğa tamamladım. Normalde beş dakika sürmesi gerekiyordu ama yirmi dakikada anca bitirebildim.

Döndükten sonra biraz oyalanıp dışarı çıktım. Yemek yedim ve akşam 10.00 civarı Carlos’un önerdiği bara geçtim. Çok az kişi vardı. Bara oturdum. Böyle pıtırcık görünümlü barmen Enzo ile tanıştım. Benim İspanyolcama rağmen bir saat kadar sohbet ettik. Ardından yine Tabú’ya geçtim. Benden biraz sonra bizim oteldekiler geldi. Onlara da takılıp yine bol tepinmeceli bir akşam geçirdim. Sabaha karşı 3.30’du döndüğümde. Diğerleri sabah dönmüş 🙂

Son günümde bir İngiliz çift geldi odaya. Ertesi gün Bolivya’ya geçeceklermiş! Benim de planın aynı olduğunu söyleyince beraber takılalım dedik.

Akşam biraz yürüyüş yapıp öyle yemek yiyeyim dedim. Okulların müzikli aktivitesine denk geldim. Okul bandoları sokakları dolaşıyordu. Aralarında bir sürü yetişkin ile beraber…

Bir süre izledikten sonra böyle. Restoran’a geçtim. Bizim çift oradaydı. Biraz sohbet ettik onlar kalktı. Ben yemek siparişimi verdim ve canlı müzik başladı.

Sabah kahvaltıdan sonra bileti alıp düştük yola. İki saat sonra inip sınıra doğru 10 dakika kadar yürüdük.

Arjantin’den çıkış yaptı mühründen sonra ne bir kontrol noktası ne eli yüzü düzgün bir ofis göremedik. Tek bir yer vardı onda da yerel insanlar form dolduruyordu… Biraz daha ilerleyince Villazon’a geçtiğimizi farkettik 🙂 İlk gördüğümüz kişiye sorduk bize form doldurulan yeri gösterdi! Yani çok ilginç bir deneyim oldu… Öyle elini kolunu sallaya sallaya ülke geçmek 🙂

Neyse sonra otobüs terminalinden biletlerimizi alıp Tupiza’ya öğle saatlerinde vardık. Otelimize geçtik ve ertesi gün dört günlük Uyuni turu beni bekliyordu…

Arkadaşlar dip dibe iki restoran Aisito ve Pacha Manka

Bu nedenle ayrı ayrı bahsetmek istemedim. İki mekan da süper lezzetli yemekler yapıyor. Ben deneyemedim ama Carlos’a göre Pacha Manka’nın Volkanik Çikolatası muhteşemmiş 🙂

Hostel La Antigua kaldığım cici mekan. Siz de elinizde çamaşır yıkama keyfini yaşamak istiyorsanız deneyin 🙂