Uzuuun bir yol, 21 saat, yaptıktan sonra Nazca’ya vardık. Varmadan bir-iki saat evvel deniz kıyısında bir restoranda bir şeyler atıştırdık.

Nazca’da otelime varınca malum şeyler için; bir şeyler atıştırıp para çekmek, dışarı çıktım. Çıkmadan önce de resepsiyondan yarın sabahki uçuşumu rezerve ettim. Burada kalışımın tek nedeni bu zaten!
Ertesi sabah saat 7’de araç geldi ve beni alıp havaalanına götürdü. Gördüğünüz gibi burası sadece küçük uçaklara ayrılmış bir pist. Benim dışımda iki ufaklık ve üç yetişkinle birlikte yerimizi alıp uçuşa hazırlandık. Kalkmadan evvel:

Bunlar da sevgili Nascalar’ın çizgileri:

Hem bu sembolleri görmek hem de böylesi küçük bir uçakla turlamak çok keyifliydi!
Uçuş bitince sabahki gibi araç ile otelime bırakıldım ve eşyalarımı toparlayıp Huacachina’ya gitmek üzere terminale beş blok kadar yürüdüm. Buralar oldukça minik
İlk otobüse bilet aldım, otuz dakikaya kalkıyordu. Bu arada büyük sırt çantamı otobüsümüzde bıraktım çünkü Huacachina’dan devam edecektik, taşımaya gerek yoktu. Sevgili PeruHop rehberimiz Walter’ın akıllıca önerisiydi… Yanımda sadece bir spor çanta ve bir de botlarımı koyduğum poşet vardı. Tabii Nazca’da birden acayip bir sıcağın içine düşünce montumu elime aldım. Normalde büyük sırt çantamın üstüne iliştiriyordum… Botlarımın olduğu torbayı ve montumu otobüse binince başımın üstündeki bölüme yerleştirdim, spor çantamı bagaja vermiştim. Otobüsten inince bir taksiye bindim buluşma noktasına varmak için. Taksi çok ucuzdu beş lira kadar 🙂 Taksiden tam inerken bir şeylerin eksik olduğunu farkettim. Botlarımın olduğu çanta ve montum… Otobüste bırakmıştım! Hemen geri döndük, saolsun taksici de yardım etti ama maalesef 15 dakikada yok etmişlerdi eşyalarımı! Otobüsten son inen kişi olduğumu düşününce şoför, muavin ya da temizlikçilerden biri almıştı. Hepsini bulup sormama rağmen görmedik cevabı aldım… Konuşmalar sonucu oradan oraya gönderilmeye başlayınca anladım ki bir sonuca varamayacağım, taksi şoförüne dedim “gidelim biz”. Buluşma noktasında durumu Walter’a anlatınca üzüldü… Yapılacak bir şey yoktu… “Boşver giden gitti napalım” dedim 🙂 15 dakikaya Dune Buggy aktivitemiz başlayacaktı… Eğlenir kafayı dağıtırdım sonuçta 🙂
Benim için masrafı 5-10 senede bir yapılacak malzemelerdi. Oldukça pahalılardı ve boş yere bu kadar müsrif olmak ağırıma gitti… Botumu seyahatten hemen önce montumu da Şili’de almıştım. Benim unutkanlığım üzerine insanların kötü niyeti birleşince gereksiz bir durum oldu… Yine de umarım alan kişinin ihtiyacı vardır da almıştır… Bir de yolculuğumun bundan sonrası hep sıcak olacaktı yani onlara ihtiyacım olmayacaktı. Bu da başka kabullenme hali ve kafayı dağıtma hali oldu bende

Veee çılgın sürücümüz ile süpper bir Dune buggy yaptık ki gerçekten her şeyi unuttum! Çöl aracıyla kum tepelerinden atlayıp rifting yapmak hakkiten de dedikleri gibi roller coaster etkisi yapıyor! Fazla adrenalinden koptum! Harikaydı!

Sand boarding için aralarda durduk ama ben denemedim. Böyle talihsiz bir günde başka talihsizliği gözüm yemedi  Bu nedenle de çılgın şöförümüz bana “tavuk” dedi! Gerçi sonraki tura sen yapıyor musun diye sorduğumda hayır cevabı alınca ben de ona “tavuk”u yapıştırdım sonra kaynaştık haha!

Walter o gün de sonraki gün de Dune buggy ücretini almayı bahanelerle erteleyip benden para almadı. Aslında turdan önce alması gerekiyordu ama ben eşyalarımı kaybedince üzülüp bir sevimlilik yapmak istedi saolsun… Güzel insan

Paracas kum eğlencesinden sonra gideceğimiz ve akşam olunca varacağımız için zorunlu geceleme mekanıydı…

Walter’ın önerisi ile “Misk’i“de pizza yedim. Bahsettiği kadar lezzetliydi!

Ertesi gün biraz dolaşınca buranın çok küçük bir kasaba olduğunu anladım… Lima’ya çok yakındı. Yani tam hafta sonu şehir kaçamağı yapmalık bir yer; deniz, kum, güneş ve dinlenmece…

Gün içi Paracas’ın doğal güzelliğine bir gezi yaptık…

Akşam üzeri de yola çıktık ama yol sırasında bir saatlik “köle tünelleri” ziyareti yapacaktık… Hiç istemiyordum… Walter gel ama gör dedi… Onayladım.

Çok güzel koloni döneminden kalma bir eve vardık. Önce anlamadım ama içeri doğru birkaç adım atınca buranın bir İspanyol evi olduğunu anladım. Kocaman bir avlu, büyük odalar, alabildiğine uzun verandalar ve devasa yemyeşil çimlerin olduğu bir bahçe. Git gide moralim bozuluyordu ki bahçedeki salıncağı görünce kimyam değişti… Kim bilir kaç tane insan işkence görmüş, acı çekmiş ve ölmüştü… Bahsedilen tüneller evin altındaydı!

Walter tünellerde bize berbat gerçekleri anlattı… San Martin, Güney Amerika ayaklanmasını başlatıp savaşırken bu bölgeye uğramadan mücadelesine devam etmiş ve ancak çok sonra bu ayaklanmayla güç bulan siyahi köleler ev sahiplerini öldürüp özgürlüklerini kazanabilmişler!.. Çok acıydı… İspanyollar o evin güzelliğinin tadını çıkarırken üst katlarda, tünellerde Afrika’dan getirilen insanlar acı çekip ölüme terk ediliyordu! O kadar acı bir öfke hissetim ki elimde olsa o evi o an yakardım!
Walter bu bölgeye çok yakın bir bölgede doğmuş oldukça Perulu bir gençti. Kısa boyu, koyu teni, simsiyah gür saçları… Ondan önceki kuşakları İspanyol eziyetine katlanmıştı…

Yanıma gelip iyi olup olmadığımı sordu. Evin merdivenlerine çöküp kalmıştım. “Kendilerinin yaşamadığı bir kıtaya gelip yerel insanları katletmişler ve bunu yaparken de kendileri için çalışsın diye bambaşka bir kıtadan insanları zorla yanlarında getirip eziye edip öldürmüşler! Bunu kabul edemiyorum!” dedim. “Evet seni çok iyi anlıyorum… Doğru… Ama üzülme artık hepsi geçti. Bak artık burada kimse yaşamıyor bile.” dedi. Hafifçe gülümsedim. Biraz daha iyi hissediyordum ama yine de koca bir acı vardı içimde.

Yola çıkınca başka koloni evleri de gördüm. Kocaman, hapishane görünümlü duvarlarından anlaşılıyordu. Özgür olan siyahilere verilmişti bütün bölge. Onların kasabası olmuştu artık buralar. Koloni evlerinde de kimse yaşamıyor ve çalışmıyordu artık…

Geç saatlerde Lima’ya vardık. Walter hostelin kapısına kadar getirdi. Vedalaştık ve hostele girdim.

Sabah kahvaltıda Japonya’dayken de İspanyolca okumuş, ardından da şirketi tarafından önce Orta Amerika ardından da Güney Amerika’ya gönderilmiş, İspanyolcayı anadili gibi konuşan Japon bir arkadaş ile tanıştım. Ardından iki Costa Rica’lı aramıza katıldı. Güzel enteresan bir sohbet eşliğinde kahvaltı ettik 🙂

Ardından resepsiyondan şehir ile ilgili kısa bir bilgi aldım. Lima’nın Miraflores tarafındaydı hostelim. Önce yürüyerek sahil tarafına geçtim.

Sahilden devam ederek El Parque del Amor‘a vardım. Park yapılırken Gaudi’nin Park Güell’inden oldukça esinlenilmiş. Tabii ki olabildiği kadar 🙂 Siz de fotoğrafları görünce anlayacaksınız zaten… Ortada da El Beso (Öpücük) isimli koca bir heykel var. Büyüklüğü ve heykelin tarzı birbirini güzel tamamlamış. Estetik bir doygunluk yaratıyor…

Az ilerideki alışveriş merkezinin ilerisinden otobüse binip koloni dönemi mimarisine sahip Plaza de Armas’a gittim.

Ardından San Martin meydanına devam ettim. San Martin bütün kıtanın saygı duyduğu bir lider. Koloni dönemine son veren değerli insan…

Son olarak da hosetlin resepsiyonundaki arkadaşı dinleyerek akşamı Circuito Mágico del Agua‘da sonlandırdım. Hem akşama hem de Lima ve Peru’ya renkli bir veda oldu 🙂