Yazılar

Avenida Santa Fe üzerinde alışveriş dükkanları görmekten bezmiş bir halde yürürken, az biraz diğer dükkanlara göre girişi daha büyük bir kitapçı ile karşılaştım. Biraz dinlenmiş olurum, serinlerim, kitapları incelerim dememiş olsam belki bu yazıyı yazmıyor olacaktım.

Sabah okula gidiyorum. Orada geçirdiğim üç saat nasıl geçiyor anlamıyorum. Rita ile biraz sohbet ediyoruz, bolca İspanyolca çalışıyoruz. Ara verildiğinde benim gibilerle biraz sohbet ediyorum. Yani dışardan gelip de İspanyolca öğrenerek entegre olmak isteyenlerle… Sonra çıkıp etrafta dolaşıyorum bazen de direkt eve gidip yemek hazırlıyorum. Evde ya da dışarda iken genellikle yolculuğum için program yapıyor oluyorum ya da blog için birşeyler karalayıp, fotoğraf, video çekip düzenlemeleriyle uğraşıyorum. Akşamları ara sıra milongalara gidiyorum… Yani demek istediğim pek boş vakit bulamıyorum, günlerim dolu dolu geçiyor. Yine de bir şey var ki hissettiğim hani ahşap kapı ya da mobilyalara yerleşmiş tahta kurdu misali, içerden içerden minicik minicik kemiren, öyle kemiriyor beni. Bunu daha öncedeki seyahatlerimde hiç hissetmemiştim… Açıkçası bu sefer biraz fazla yalnız hissediyorum kendimi. Çünkü dilini bilmediğiniz bir ülkede insanlarla kaynaşamıyorsunuz ve ne kadar sosyal olursanız olun böyle benim gibi yalnızlaşıyorsunuz…

Dışardan gelip de burada yaşayan ya da bir süre burada yaşayacak insanların oluşturduğu gruplar var. Onlarla aktivitelere katılabiliyorsunuz tabii ki. Ama bu yerel insanlarla görüştüğünüz anlamına gelmiyor. Etrafımda gördüğüm birçok insanla aslında iletişim kurmak çok kolay çünkü insanlar oldukça güler yüzlü, sohbete açık ve samimi. İşte o kemirgen tahta kurdumun tam olarak anlamı bu. Kolayca iletişebilecekken bunu yapamıyor olmanız.

Seneler önce izlediğim Lost in Translation filmini çok samimi bulmuştum. Şimdi ise çok derinden hissediyorum.

Palermo mahallesi genel olarak bohem kültürün yaşadığı bir alan. Plaza Serrano’nun etrafına herdaim var olan bir pazar kurulu. İster alışverişe isterseniz de sadece bakınmaya gidin… Birbirinden güzel ve renkli şeyler yakalamak mümkün…

Kaldığım daireye oldukça alıştım. Dokusu beni kendinden bir parça olmaya itiyor… Geniş çiçekli bir teras, yüksek camlı kapılar, retro denilebilecek tarzda işlemeli mobilyalar… Ev buram buram “benim karakterim var!” diyor.

Kişisel bakım ihtiyaçları için, bizdeki süper acayip büyük AVM süper marketlerine gitmek yerine; kolay ulaşabileceğiniz; Buenos Aires merkezinde dolanırken etrafta bolca görebileceğiniz; özellikle İstanbul’da çokça yer alan Gratis ve Whatsons mağazaları tarzında bir yer arıyorsanız ya da arayacak olursanız Pharmacity’yi size söyleyebilirim. Ufak tefek atıştırmalıklar ve içecekler de dahil herşey var. Hatta artı olarak bu zincir dükkanların içinde eczane de bulunuyor.

Market alışverişi için ise çokça Carrefour ve Expressler’ini görüyorsunuz. Aralarda Dia da var. Ve de lokal bir market “Vea”. Ben ilk genel alışverişimi Vea’dan yaptım. Diğer alışverişlerimi ise Carrefour’dan. Çünkü Pazar günleri Vea açık olmuyor. Ayrıca çeşitlilik anlamında Carrefour bir tık daha başarılı diyebilirim.

Bu çok önemli: kredi kartınız ile alışveriş yapmayı planlıyorsanız yanınızda kesinlikle bir kimlik belgeniz olsun. Ben ehliyetimi kullanıyorum mesela. Kredi kartı alışverişlerinde ID zorunlu.

Genel olarak burada herkes, her anlamda; restoranda, sokakta, alışveriş sırasında vs. çok yardımcı oluyor, otobüs şöförleri hariç… İngilizce bilmiyor olsalar bile bir şekilde size ne söylemeleri gerektiğini anlatıyorlar. Özellikle market kasaları aşırı yavaş çalışıyor ama kasiyerdeki arkadaş size sevimli bir “¡Hola!” deyip gülümseyince kasanın önünde 30 dakikadan fazladır beklediğinizi unutuyorsunuz hahaha.

Vardıktan sonraki iki-üç gün biraz etrafta dolandım. Maksat herşey yerli yerinde mi kontrol etmek… Malum İstanbul insanı yapısı…