Tupiza’ya geçtiğimin ertesi sabahı dört günü birlikte geçireceğim arkadaşlarla tanıştım. Amerikalı bir çift: Paul and Jenn, Fransız Tom ve Hollandalı Diana. Hepimiz 30larımızdaydık Diana hariç. O sadece 23 yaşındaydı. Yaşlarımızı biliyorum çünkü arabaya bindiğimizden beş dakika geçmemişti ki Diana isimlerimizi ve yaşlarımızı sordu. Diğer zamanlarda da çoğunlukla kendinden, yapacaklarından ve de erkek arkadaşından bahsetti. O yaşlarda olma durumu 🙂

Bol bol gezdik, fotoğraf çektik. Çok fazla anlatacak bir şey yok.

Salar de Uyuni sabahı ve Kaktüs Adası

Kaktüs Adası dibinde son kahvaltımız 🙂

Çok az bir iki şeyden bahsedeceğim sadece… İlki; aynı otelden kalkan iki araçtık bu yüzden yemek saatlerimizde ve fotoğraf çekmek için ara verdiğimizde ikinci araçtakilerle de bir araya gelip kaynaştık. Orada da iki çift vardı. Üç gün boyunca akşam kaldığımız yer dışında tuvaletlik pek bir yer yoktu bu nedenle yol boyunca bulduğumuz yere çişimizi yaptık! Entelliğim bozuldu lanet olsun! hahaha. Hatta Jenn ve Diana düzlüklerde bile bir pikeyi paravan olarak kullanabilmeyi başardı…

İkincisi İsviçreli Hakan ile tanıştım. İlk a harfinin üstünde işaret var yani bir Türk ismi değil arkadaşlar… Kendisi her zaman kocaman gülmseyerek merhabalaştı ve aynı grupta olmamamıza rağmen sürekli yardımcı olmaya çalıştı. Turun sonunda iyi bir arkadaş daha edinmiş oldum 🙂

Son ve üçüncü şey ise Salar de Uyuni’de çektiğimiz video ve fotoğraflar… Ufuk çizgisi var ama sonsuz bir fonda gibisiniz. Çünkü koskoca çölün öyle ortalarında bir yerlerindesiniz. Bu nedenle perspektifi kullanarak bir sürü fotoğraf espriği oluşturabiliyorsunuz…

Salar de Uyuni – Dinazor Saldırısı
Yönetmen: Edwin (Birinci arabadaki rehberimiz ve şöförümüz)
Oyuncular: Herlan (İkinci rehberimiz, bizim şöförümüz) Tom, Meltem, Lucia, Juri, Jenn, Paul, Jack, Emily, Diana
Dinazorlar: Mirtha (Aşçımız)

Son olarak Uyuni’deki Tren mezarlığını ziyaret ettik…

Tur bitince Herlan bizi terminale bıraktı. Cip halkı olaraktan olduğu gibi Potosi’ye devam ettik. Diana ve Tom’un rezervasyonu yoktu. Benimle geldiler ve bir geceliğine benim hostelde kaldılar. Akşam hep beraber buluşup 4.060’da yemek yedik. Bu arada mekanın ismi Potosi’nin denizden yüksekliği. Dünya’nın en yüksek şehri. Biraz hız yapınca soluk soluğa kalıyorsunuz.

Ertesi sabah Tom ve Diana’ya bye dedik. Ardından biraz etrafı gezdik ve müzelere gittik.

Sonraki gün de yine Paul ve Jenn ile buluşup terminale gittik. Otobüs biletimizi alıp dört saatlik yorucu bir yolculuk yaptık. Yollar patikadan hallice. Ayrıca yanıma bir teyze oturdu ki yolculuğun üç saatini cama yapışıp koltuğumun yarısına sığmaya çalışarak geçirdim. Tamam teyze çok şirindi, tam klasik Bolivyalı; örgülü uzun saçlar, fötür şapka, belden büzgülü dizlerde bir etek, pötükareli önlük ve saçaklı yünden örülme yumoş bir hırka ama yani kalçadan geniş olmayaydı iyiydi 🙂

İnince bir rahatladım, kendime geldim. Eşyaları toparlayıp bir taksi bağladık kendimize. Önce onları bıraktık sonra da ben indim otelimde. Kaldığım hostel çok şirindi: Hostal CasArte Takubamba

Sucre’de pek birşey yapmadım telefonumu sonuna kadar patlatmak dışında! Humahuaca’da düşürüp yarı hasarlı hale getirmiştim, burada sokağın ortasında lök diye düşürüp enkaz haline getirdim. Neyse ki internet cafe yakınımdaydı biraz çevreye bakındım elektronik market var mı diye ama bulamadım. Sonra da cafe sahibine sordum. “Soldan devam et ilk sokak” dedi. Bir sürü varmış… Sokağı bir döndüm Eminönü! Az ilerde Doğubank! 🙂 Bakındım, fiyat falan aldım. En sonunda da Alcatel OneTouch Pixi diye oyuncak gibi bir telefon aldım. Dahili hafıza neredeyse yok. Ama bir tane 16GB’lık microsd ile durumu kurtardım… Tabi NFC konforum sona erdi. Artık fotoğrafları hemencecik telefonuma aktarıp blog yazılarımı telefonumda tamamlayamıyorum… Neyse kaldığım hostellerin bilgisayarı, internet cafeler vs. idare edeceğim 🙂

Sucre’deki en enteresan maceram ise Dinazor Park’ını ziyaret etmek oldu… Park tam olarak şehrin biraz dışındaki taş fabrikasının hemen dibinde. Neden böyle bir detay verdim çünkü kazı işlemleri sırasında, katman katman ilerlerken bir katmana rastlamışlar ki o da dinazorların ayak izlerinin olduğu bölüm. Fakat bu kısım dimdik duran bir duvar parçası. Milattan önceki yıllarda buradaki toprak tabii ki yatay duruyormuş. Yüzyıllar, binyıllar içerisinde değişen toprak hareketleri ile şu anki şeklini almış. Göstermek gerekirse;

Rehberin anlattığına göre yelpaze şekline gelmiş toprak katmanlarında bizim dinazor ayak izlerini gördüğümüz kısım yeşil ve sağ kısımda yükselen alan. Yani Cal Orcko yazan kısım.

Ayak izlerinin olduğu fotoğraflar da burada…

Bir iki tane de orijinal boyuttaki dinazor maketlerinden paylaşıyorum. Bonus olsun 🙂

Şu anda bu yazımı La Paz’da tamamlıyorum. Burası ile ilgili fotoğraf paylaşmayacağım. Tek söyleyebileceğim çok fazla yoksulluk…